Yaşayan Şiir: Garip Akımı
Garip edebiyatı şiir vasıtasıyla elde ettiği sözcükleri yaşamın iliklerine kadar kullanır. Yaşamanın bütün izleri olduğu gibi anlatılır. İnsan her şeyiyle, Aşk bütün günahıyla yansıtılır. Zamanın yükünün sardığı insanların var olmanın bütün halleriyle bulunduğu bir akımdır garip edebiyatı.
‘’Tarihin beğenerek andığı insanlar daima dönüm noktalarında bulunanlardır’’ der Orhan Veli, Türk şiirinde değişimi başlattıkları kitabın önsözünde. Garip edebiyatının hâlâ konuşulduğuna, tartışıldığına ve edebiyat tarihinde bıraktığı ize bakılırsa, bu sözün doğruluk payı yüksektir diyebiliriz. Bu kitaptaki bildirgeyle ilan edilir Garip Edebiyatı. Ayrıca Türk şiirinin ilerlemesinde ve kendine has üsluba sahip olmasına dair bu marjinal çıkışla, kendine karşı olan akımlarında Türk şiirinin alanına daha kaliteli yaklaşımlar sergilemesinde öncü olur.
Garip edebiyatının oluşumu
Kadıköy Anadolu Lisesi’nde okuyan üç genç; Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat Horozcu ve Melih Cevdet Anday, lisenin ‘’Sesimiz’’ adlı dergisinde şiirlerini yazarken büyük bir dostluk bağı da kurarlar. Bu üç şair, okul bittikten sonra dönemin en büyük ve prestijli edebiyat dergisi Varlık Dergisi’nde yazmaya başlarlar. Derginin editörü Yaşar Nabi Nayır, ‘’Yeni bir hava getiren üç şair’’ diye tanıtır bu üç ismi. Zira yazdıkları şiirler o dönem için radikaldir. Edebiyat çevresinden büyük eleştiriler gelir, hatta şiir yazmayı bilmedikleri bile iddia edilir. Yaşar Nabi Nayır’ın şairleri tanıtırken kullandığı ‘’şiire yeni bir hava’’ betimlemesi edebiyat çevresinde alay konusu olur. Şiirleri gariptir ve garip karşılanır.
“Garip” bir şiir doğuyor
Eleştiriler ağır ve şevk kırıcı olmasına rağmen, şairler kararlıdır. Nihayetinde bir kitap çıkarmaya karar verirler. Artık Türk şiiri yeni bir yöne doğru ilerlemekte, büyük tartışmalar, büyük karşı çıkmalar, ama aynı zamanda destekler de ortaya çıkmaktadır. Türk şiirindeki radikal değişim başlamıştır artık. Kitap, tüm karşı çıkmalara, reddedişlere, eleştirilere karşılık bu “garip” şiiri meşru kılmaya dair bir bildirge niteliğindedir.
Şairlerden Orhan Veli Kanık kitabın ismini koymakta zorlanır. Edebiyat tarihine geçecekleri kitabın ismi konusunda hiçbiri emin değildir. Kitabın adı başta ‘’hatırlama’’ kelimesinin karşıladığı, ‘’Tahattur’’ olarak düşünülür. Fakat daha sonra arkadaşları Cavit Yamaç’ın onların şiirlerini betimlerken kullandığı ‘’garip’’ kelimesi kitabın adı olur. Garip kelimesine filolojik bir yaklaşım sergilersek bu şairlerin şiirdeki mevcudiyetleri daha iyi kavranabilir. Garip kelimesi Arapça ‘’ ġaruba ‘’ sözcüğünden Türkçeye geçmiştir. Garp kelimesiyle beraber ele alındığında ‘’ yabancı, yolcu, egzotik ve ayrıksı’’ kelimelerini karşılamaktadır. Garip akımın şiir dili ile beraber bu anlamlarla buluşmaktadır. Bu şairler edebiyata birer yabancı olarak giriş yaptılar. Dolayısıyla, “Garip” tam olarak şiirleri ve hayatları açısından bu üç şairi yansıtacak yegâne kelimedir diyebiliriz. Sadece farklılık anlamında değil, aynı zamanda gurbeti, sefaleti de simgeleyen bu kelime bir kılıf gibi yerleşir şairlerin üzerine.
Garip akımı bu kitapla beraber Türk edebiyatındaki yerini tesciller. 1941 yılında çıkarılan kitabın önsözünde, Orhan Veli’nin ‘’Şiir Hakkında’’ adlı bir yazısı bulunur. Bu yazı aynı zamanda Garip akımının anlayışını anlatan, şiirin oluşmasına dair bilgiler veren tarihi bir belge niteliğindedir. Kitabın ardından, Behçet Necatigil de, veremden hayatlarını kaybeden genç şairler Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur da bu minvalde şiirler yazar ve Varlık Dergisi’nde yer bulurlar.
‘’ Kitâbe-i Seng-i Mezar’’
Kitapta üzerine en çok konuşulan şiir Orhan Veli’nin ‘’Kitâbe-i Seng-i Mezar’’ şiiridir. Halktan insanları anlatan, onları bütün varoluş sancılarıyla ortaya koyan, şiirin sınırlarını yeniden belirleyen bu şiir, hem çok tartışılır, hem de büyük destek alır. Pek çok kişi şiiri ezberler, kahvehane duvarlarına yazar. Çünkü artık “şiir” kenar mahallelerden birinde fakirlik içinde yaşayan, kimi kimsesi olmayan Süleyman Efendi’nin ayağındaki nasırının ince sızısını anlatabilir olmuştur. Şiir kültürel ve edebi alanın etkileşimine doğrudan katkıda bulunmuş, halkın yaralarını, hezeyanlarını ve sevinçlerini şiire ortak etmiştir. Bu şiirler, hayatın içinde bulunduğu akışı olduğu gibi anlattığından, halk dili de sanatta yer buluyordu. Bu durumun edebiyat ve sosyal alandaki etkileriyle beraber Orhan Veli ve arkadaşları üne kavuşmaya başladılar.
‘’Garipçiler Türk şiirine elma yemeyi öğretmiştir’’
“Entellektüel; basit bir şeyi karmaşık söyleyebilen kişidir, sanatçı ise zor bir şeyi kolay.’’ Charles Bukowski’nin bu sözü Garip şiirini tanımlar gibidir. Garipçiler, “yırtık ceketi”, “eskimiş ayakkabıları” ve “nasırı” şiirlerine konu olarak seçerler. Ağacı, denizi, gökyüzünü olduğu gibi görüp; kafiyesiz, ölçüsüz şiirler yazarlar. Yaşamın sıradanlığını aşkın bir dille anlatmak yerine, basit bir anlatım tercih ederler. Toplumsal yergiler, halkın gündelik yaşamı şiirlerde yer bulmaya başlar. Hatta şiirlerde alaylı, hicivli anlatımlardan da kaçınılmaz. Hüzün, sevinç, acı gibi terimler şiirlerde en yalın halleriyle kendilerine yer bulur. Metafizik öğeler hayattaki anlamlarıyla karşılık bulur onların şiirlerinde. “Mukadderat”, “bırakılmışlık”, “yaşama sevinci”, “boyun eğiş” halkın dilinde halka anlatılır. İnsanların küçük kırılganlıkları, önemsiz sayılabilecek incelikleri mısralarda bahsi geçince okuyanların bunları fark etmelerine sebep olurlar. Yaşamın ince detayları, bakışlar, ağlayışlar, denize bakarak yazılır. Garipçiler yaşamanın söz ve fiiliyat arasında ki çizgisinde bir yer açmışlardır kendilerine. Cemal Süreya’nın deyişiyle ‘’Garipçiler Türk şiirine elma yemeyi öğretmiştir.’’
Ölümü hatırlatan ama bir o kadar da yaşamın ta kendisi bir fotoğraf
Melih Cevdet Anday çekildikleri bir fotoğraf üzerine bir şiir yazar. Bu şiirde beraber parkta çekildikleri resmin ona, ölümü hatırlattığını hisseder ve bu hislerini kaleme alır. ‘’Ölümü hatırlatan ne var bu resimde ?’’ diye sorar şiirinde. Peki bu garip şiirinde bize hayatı hatırlatan ne var ? İncil önce söz vardı der. Dizelerin, hissiyatların ve kalemin buluştuğu bu şiir alanında bir fotoğrafın ölümü hatırlatan işleyişi bizi okur olarak şiirle yaşamaya teşvik eder. Söz canlı olmanın ve ölümü anlamının yoludur. Şiir ise kendi dilinin dünyasında bunu yaşatır.
Garip edebiyatı okuruna bir pencere açar. Bu pencerenin dışında ise yaşamak adlı bir alan mevcuttur. Güneş olanca ışığıyla güneştir. Yıldız olabildiğince yıldız. Ölüm ise olabildiğince gerçek.
Garip şiirinin ölüme yaklaşımı oldukça realisttir. Ölüm onların edebiyatının vazgeçilmez parçasıdır. Çünkü şiirlerine dikkat edilirse çoğu zaman ölüm onların sığındığı dayanaktır. Orhan
Veli bir şiirinde ‘’ Ölünce biz de iyi adam oluruz’’ der. Bu mısra dahi ölümün garip edebiyatında ki yerini göstermeye yeterlidir.
‘’Ne duruyorsun be at kendini denize’’
Garip şiirinin kurucusu ve en etkin ismi olan Orhan Veli şiirlerinde, şiir yazma durumuna hep farklı yaklaşmıştır. Şiir onun için canlıdır. Bazen bir hastalık, bazen bir sevda ve bazen de ölümsüzlük. Bütün heveslerinin, sevdiği salatanın, rüyasına giren kadının ve açlığının izlerini bırakır şiire. Fransızca dilinden çeviriler yapar ve garip şiirinde onu etkileyen Fransız şairlerle böyle tanışır. Paul Verlaine ve Arthur Rimbaud’dan fazlasıyla etkilenir. Garip edebiyatının oluşumuna dair süreçte, bu iki şairin Orhan Veli üzerinde ki etkisi de oldukça fazladır. Paul Verlaine’ın birçok şiirinin çevirisini yapıp, Türkiye’de ki edebiyat perspektifinin genişlemesine yardımcı olmuştur.
Kendi hayatı da garip şiirinde yer bulmuştur. ‘’Duydum ki merak ediyormuşsunuz hususi hayatımı’’ diye başlar şiirine. Toplumun insana yaklaştığı gibi yaklaşır kendine. Çocukluğunu, sevinçlerini, acılarını ve aşklarını yazar cesur bir şekilde. Bu kadar yalın olmasına rağmen bir bilmece gibidir şiiri. Orhan Veli’yi tanımaya yardımcı olacak deliller bırakır arkasında fakat pek muteber olan sevgilisi için der ki ‘’ Ben söyleyemem edebiyat tarihçisi bulsun.’’
Garip edebiyatının büyük şairi Orhan Veli Kanık şiiriyle bütünleşmiş bir varlığa sahiptir. Sonradan ortaya çıkarılan mektuplarında hayatının aşkına göndereceği mektupları parasızlıktan dolayı sürekli geç gönderir. Ayakkabılarından dolayı evinden çıkamadığı olur. İşsizdir, aç gezer ve bunun öyküsünü yazar. Bütün bunlara rağmen bir şiirinde haykırır yaşama sevinciyle, ‘’Ne duruyorsun be at kendini denize’’.
Bir garip Orhan Veli
Şiirlerinde gitmek ve bırakmak üzerine büyük bir bölüm ayırmışlardır. Gurbet, hasret ve yalnızlık da bu yola çıkmanın ve gitmenin temalarıdır. Sartre ‘’Trene biniyorsun ama garda kalanları özenle seçiyorsun’’ demiştir. Varoluşun bu özgürlüğe bağımlı kaderi garip akımıyla beraber şiir olur. Orhan Veli bir şiirinde karşı apartmanda ki kıza aşık olmasına rağmen giden insandan bahseder. Geçim derdinin aşkı, inancı ve sanatı yok saydığı bu döneme çaresiz bir kızgınlıkla karşılık verir şiirlerinde. Tank ve tüfeğe dahi sitem eder vicdansızlıklarından. Garip edebiyatı dili yalınlaştırarak şiir yazma ediminde bulunsa bile, nadiren rastlanılan politik temaların altında derin fikir akımlarına rastlanılabilir.
Hece ve Aruz’un son bulduğu, şiire kasketin giydirildiği, Türk edebiyatının dönüm noktalarından olan Garip akımı Orhan Veli’nin 1950’deki ölümünden sonra, varlığını pek koruyamaz. Melih Cevdet Anday, kendi ‘’felsefi şiir’’ akımını kurup Garip’ten ayrı bir yola gider, Oktay Rıfat Horozcu ise 1955 yılında ikinci yeni şiir akımına yönelir. Orhan Veli Kanık başta olmak üzere Garipçiler şiire yeni bir dil eklemiş ve kendine özgülüğüyle değerini her zaman korumuştur. Garip şiir akımı devam etmese de ‘’Bir Garip Orhan Veli’’ mısraları zamanın ötesinde hala durmaktadır.