Geç kalınmış bir yazar: Oğuz Atay
Derin acıyı ve yüksek kahkahayı barındıran, kırılgan ama güçlü bir varoluşa sahip, yaşadığı zamanın ötesinde, fakat geç kalınmış bir yazar Oğuz Atay.
Nietzsche, “Bir insanın fikirleri, o insanın otobiyografisidir” der. Bu olgu Oğuz Atay için de geçerli. Ne kadar karamsar görünse de içten içe yaşama tutunmaya çalışan bir yazardır Atay. Yaşamın korkunç sessizliği içinde aykırı ama bir o kadar da kırılgan, zarif ve aydın. Bataklığından çıkmak için uğraş veren, içinde küçük de olsa bir ümit barındıran, yine de bataklığına daha fazla gömülen bir ruha haizdir. Romanlarında kendinden de izler bırakan bu insanın, yaşam uğraşını ve varoluşsal problemini, yazmakla çözmeye çalıştığının düşünülmesi bundandır belki.
Oğuz Atay kimdir?
1934 yılında Kastamonu’da doğan Oğuz Atay, önce Ankara Maarif Koleji’ni, ardından İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nü bitirdi. Genç yaşından beri edebiyat tutkunu olan Atay’ın edebiyat dünyası ile tanışması ise üniversiteyi bitirdikten sonra başladı. Oğuz Atay ilk romanı Tutunamayanlar ile 1970’de TRT Roman Ödülü’nü büyük tartışmalar sonucu aldı. Mühendis kimliği, romanda kullandığı teknik ve romanın konusu bu tartışmaları körükleyen ayrıntılardan sadece birkaçıydı. Ancak eleştirmen Berna Moran Oğuz Atay’ı ve eserlerini yıllar sonra “hem söyledikleriyle, hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı” olarak nitelendirdi. Atay’ın büyük etki yaratan ilk eseri Tutunamayanlar’ı 1973’te yayınladığı Tehlikeli Oyunlar adlı ikinci romanı izledi. Hikâyelerini Korkuyu Beklerken başlığı altında toplayan Atay, Prof. Dr. Mustafa İnan’ın hayatını konu eden Bir Bilim Adamının Romanı adlı kitabını 1975 yılında yayımladı. 1973 yılında yayımlanan Oyunlarla Yaşayanlar adlı oyunu Devlet Tiyatrosu’nda sahnelendi. Atay, beyninde çıkan bir tümör nedeniyle büyük projesi Türkiye’nin Ruhu’nu yazamadan 13 Aralık 1977’de daha 43 yaşındayken İstanbul’da hayatını kaybetti.
“Güzel bir gün ve ben yaşıyorum”
Oğuz Atay’ın romanlarının sık sık birbirinin devamı olan öyküler barındırdığı düşünüldü, çünkü karakterlerinin oldukça fazla ortak noktası vardı. Onun karakterleri günlük hayatta karşılaşılabilecek türden insanlardı. Modern kent hayatından sıkılmış, bürokratik düzende tutunamamış ve hem kendilerine hem de çevrelerine yabancılaşmış insanları anlattı Atay. Gündelik hayatın telaşında bilinmeyen kederlerle dolu, melankolik karakterleri konuşturdu. Özellikle Tutunamayanlar’da insan zihnine dair ipuçları veren Atay, karakterlerin zihinlerinin en tenha köşelerine inmenin verdiği edebi hazzı okurlarına sundu. Örneğin Atay, Tutunamayanlar romanındaki kederli karakteri Turgut’un ağzından “güzel bir gün ve ben yaşıyorum” cümlesini söyletiyordu, ancak karakterin bu sözlerine ne Oğuz Atay inanıyordu, ne Turgut, ne de edebiyat tutkunları. Burjuvazi dünyasındaki sahtelikler arasında, bireyin katlanamayacağı bir varoluşsal problemin ortasında buldu kendini Turgut. Geleneksel romanlardaki karakterlere benzemiyordu o, dertliydi, ancak “ne derdin var?” sorusuna verecek bir cevabı da yoktu. Kime gitse, kimle konuşsa dertlerine derman bulamıyordu. Varlığından, olan bitenden, yaşamaktan, her şeyden yorulmuş, bunalmıştı. Daha önce böyle karakterlerin hikâyelerine alışık olmayan Türk Edebiyatı ve edebiyatseverler Turgut’un derdini ve dolayısıyla Oğuz Atay’ı anlayamamıştı.
“Tutunduğun tutunmana yetiyor mu?”
Oğuz Atay’ın ilk iki romanında acı, hayal kırıklığı ve ölüm gibi temalarla sıklıkla karşılaşmak mümkün. Bu acı varoluşsal sıkıntı, bulantı ve tutunamamaktan kaynaklanır. Acının yarattığı buhran, düş ve gerçek karmaşasını beraberinde getirir. Umudun gelecekten beklentilerine gerçekliğin vurduğu darbe, varoluş acısını pekiştirir. Bu nedenle romanlarındaki karakterlere pek de şans tanınmaz. Okurlarına edebi bir haz ile beraber varoluşsal bir perspektif sunan Atay, okurunu yaşamdaki dayanağını irdelemeye iter. Tabiri caizse, “Tutunduğun tutunmana yetiyor mu?” sorusunu amansızca sorar okuruna. Atay, varoluşçu çizgiden ve var olmanın anlamından ziyade var olma eylemiyle ilgilenir.
“Yaşarken anlaşılmaya mecburum”
Oğuz Atay’ın çok korktuğu “anlaşılamamak” ne yazık ki o yaşarken gerçekleşir. Atay, Tutunamayanlar’ı yazdıktan sonra, basacak yayınevi bulmakta oldukça zorlanır. “Aklına geleni yazmış”, “Mühendisten edebiyatçı olmaz” gibi ağır eleştiriler alır. Oysa hevesle yazdığı kitaplarının okurlarını heyecanla bekler Atay. Hatta bir kitabında şöyle bir dilekte bulunmuştur; “Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum.”Oğuz Atay günlük tutmaya başlar. Günlüğün ilk paragrafında, Tutunamayanlar’ın Selim karakterine günlük tutturduktan sonra, kendinin de günlük tuttuğunu çaresiz bir nida ile söyler. Paragrafın sonunda ise şu sözler dökülür zihninden, “Canım insanlar! Sonunda bana bunu da yaptınız.” Büyük bir sevgi ve hayal kırıklığı barındırır bu sözler. Atay’ın muammalarla dolu ruhu sevgi ve acıyı birlikte yaşamakta, nefretin her ne olursa olsun barınmadığı bu zarif ruh, insanlığa dair umudunu yine de korumaktadır. Fakat Oğuz Atay, büyük bir sevgi ve acı ile beklediği okur kitlesine ancak öldükten sonra kavuşabilmiştir. Kitaplarının ikinci baskını göremeden ayrılır aramızdan.
Zamanının ötesinde bir yazar
Oğuz Atay’ın sonradan anlaşılmasının ve eserlerinin çok fazla rağbet görmesinin sebepleri arasında, değişen dünya düzeni ile giderek yalnızlaşan ve varoluşunu sorgulamaya başlayan insanlar olduğu sıklıkla dile getirilmekte. 70’li yılların toplumsal oluşumuyla günümüz yaşantısı arasındaki fark, Atay’ın okurlarıyla buluşmasını geciktiren nedenler arasında. Günümüzde, teknolojik etkenlerle birlikte insanların kendiliğine dönmesi, yalnızlaşması ve okunan eserin günümüz insanının tutunamama oluşumuna doğrudan değinmesi, Oğuz Atay’ın günbegün artan edebi değerinin büyük bir etkenidir. Oğuz Atay ne kadar karamsar görünse de nüktedan bir yapıya sahiptir aslında. Özellikle Tutunamayanlar kitabındaki bazı bölümlerde esprili diline rastlamak mümkün. Türk edebiyatında devrim olarak nitelendirilen kitabı için neden böyle bir nitelendirilmenin uygun görüldüğü de buradan anlaşılmaktadır bir bakıma. Atay’ın hayatını araştırdığınızda, içten içe eğlenceli ve komik bir insan olduğunu da fark edeceksiniz. Tutunamayanlar’ın karamsar ve bulantılı havasının yanında her zaman kahkahada mevcuttur. İnsan gerçeğe ne kadar yakınsa, kahkahaya da aynı derecede isteklidir. Bu durumun en zarif örneğidir Oğuz Atay.