Zarif bir şair; Cahit Zarifoğlu
Cahit Zarifoğlu’nun şiiri, dil ile düşüncenin arasındaki boşluğun şiiridir. Yazılan her şey, söylenmesi tereddüt edilmiş gibi, fakat söylenince de haykırılması gereken sözcüklerdir. Cesur, zor ve zarif bir şiir anlayışıdır bu. Şiirle söylenen şiirle kalmaz, yaşamın ta kendisi olur.
Şiirin ifade alanı sonsuzluğa tabiidir. İfade edilen şeyin şiir olması için, ifade alanının dışına, sonsuzluğa bir iz bırakması gerekir. Kelimelere ihanet etmek, kelimelerin ihanetinden kaçınmak ve en sonunda dil ile kıtal olmak. Zarifoğlu, felsefi olarak Danimarkalı filozof Soren Kierkegaard’ın varoluşçu felsefesinden etkilenmiştir. Dini bir kaygıyı ele alarak şiirlerinde ki poetik unsurlara da bunu yansıtmıştır.
“Zarifoğlu dili kendine has bir şekilde dönüştürür”
Zarifoğlu’nun şiiri kaçış temalıdır. Onun kaçışı dili kullanarak kaçmaktır. İmgelere, kelimelere ve Allah’a yaklaşım içerir. Kaçtığı yer dile dönüşerek sığındığı yer haline gelir, şiiri bu yüzden zordur. Çünkü kaçmak bir dönüşmektir. Zarifoğlu ise dili kendine has bir şekilde dönüştürür.
Karakter olarak kırılgan bir yapıya sahiptir. Bunun yanında gençliğinde dahi entelektüel anlamda ileri gelmesinden dolayı kendisine ‘Aristo’ lakabı takılmıştır. Cahit Zarifoğlu bir yolcudur. Üniversite yıllarında bisiklet ile Avrupa turnesi yapmış, sürekli bir gezinti halinde yaşamıştır. Şiirlerinde de dili bu minvalde kullanmıştır. Roy Andersson’un sinemada “İnsanları seyreden güvercin” ile yaptığını zamanının kültürü üzerinde şiirle yapmıştır. Gezmiş, seyretmiş ve dilin kudretiyle, sancısını ve kaygılarını dökmüştür şiire. Zarifoğlu’nun şehirleri vardır, geyikler gezer ve babasına duyduğu özlem bu şehirlerde ki savaşta yeniden vuku bulur. Daha çocukken babası, ailesini terk eder. Henüz çocukken yaşadığı bu sisli dünyada çektiği acı sanatını hayatı boyu etkiler.
“Ruhumuz dar bir şeridin içinden sızılarla geçiyor”
Sızı insan ruhunun bir köşesinde, çoğu zaman erişemeyeceği bir yerde, bütün rahatsız ediciliğiyle gezinir. Zarifoğlu ise sızıyı vücuda getirir, cisimleştirir. Kimi zaman bir sofraya oturtur sızıyı, bazen de bir kadının gözlerine saklar. Bu gibi epifanilerin yanında sızıyı en saf haliyle geçirir kâğıda. Dizelerin arasında gezinir ve Zarifoğlu’nun okurunda zuhur etmeyi bekler sızı.
Tam adının Abdullah Cahit Zarifoğlu olmasından dolayı isminin baş harflerinden şiirsel bir kimlik çıkarımında bulunur. Sultan şiirinde “Adımın baş harfi ‘Acz’ tutuyor.” der. Şiire olan teslimiyeti, cihet ettiği yol onu acz olarak dünyaya bırakmıştır.
Zarifoğlu’nun yarattığı metaforlar, insana dair ama insandan uzak bir yerlerde zihnin yaratılan metaforlar içinde çözülmesini içerir. Her şeyden öte, şiirin haysiyeti için bir uğraştır bu. Şair, şiirine bir kimlik verir ve canlı kılar. Okunup öylece geçilemez, yani bakılamaz, gözün dalması gerekmektedir.
Kendine gömülerek dolaşmak
Wittgenstein “Nesnelerin bizim için en önemli yanları, basit ve bilindik olmaları yüzünden gizli kalır.” der. Cahit Zarifoğlu’nun şiiri ise, bu basitlik ve bilindikliği yabancılaştırmak üzerine kuruludur. Zor anlaşılmasının en büyük sebeplerinden biri de bu anlayışa sahip olmasıdır. Sarahat kaygısı gütmeden, biçimin getirdiği sanatsal tutumla bir nevi kendi dilini yaratmıştır. Victor Şklovski’nin şiirin görevi diye tanımladığı durumu tamamıyla karşılar.
Şair diliyle beraber yabancılaşır. Kaçmak istemez fakat hep boyuna kovalanır. Estetik, şairin duyusunda kendi işlemelerini yapmıştır çoktan.
Zarifoğlu “Kendime gömülerek dolaşsam” der. Burada sorulacak soru şudur; Şair nerededir ki kendine gömülmek istiyor? Cevap hazır; Ona tebelleş olan dile mahkûmdur.
Yine de Zarifoğlu dilin karşısında müheyya bekliyordur. Çünkü Zarifoğlu şiirleri için kırılma noktası aramaktadır. Cahit Zarifoğlu dizeleri tüketilemez içerisinde tükenilir.
“Artık kırlarda çiçekler bensiz açacak”
Ölümün şairle ve onun şiiriyle buluşma vakti gelmiştir. Mukadderat, teneşir tahtasını göstermektedir. Zarifoğlu son zamanlarında hayata tutulmak zorunda kalmıştır. Sevmediği bir çağın, ihtiraslı bir hastalığına bulaşmış ve evi hissetmediği dünyadan göçme yoluna girmiştir.
Zarifoğlu, 47 yaşında pankreas kanserine yakalanır. Acısı ruhun dışında bedenide yakalamıştır. Ölümünden kısa bir süre önce Maraş’ta ki yedi güzel adamdan Erdem Beyazıt’a “Artık kırlarda çiçekler bensiz açacak.” demiştir.
Ölüme yaklaştığını hissetmiş ve kırlarda açan çiçeklere, ölüm fikri yanında yaşarken özlem duymaya başlamıştır. Kırlarda çiçekler Zarifoğlu’nun adıyla açmaya devam edecektir.
Hayatı
1 Temmuz 1940 tarihinde Ankara’da doğdu. Çocukluğu aslen memleketi olan Kahramanmaraş’ta geçti. Edebiyata, Kahramanmaraş Lisesi’nde iken şiir ve kompozisyon yazarak başlamış, lise sonrasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünde okumuş ve buradan mezun olmuştur.
Öğrenciliği sırasında çalışmak zorunda kalınca, sayfa sekreteri olarak çalışmış, yine bu dönemde Diriliş Dergisi’nde çeşitli şiirleri yayımlanmıştır. 1976’dan sonra, kurucularından olduğu, Mavera Dergisi’nde şiirleri, birkaç hikâyesi, senaryo çalışmaları, günlükleri ve ‘Okuyucularla’ ismini verdiği sohbetleri yayımlanmıştır. Bunlardan farklı olarak çocuklar için hikâyeler, denemeler ve günlük türünde de eserler vermiştir.
Değişik zamanlarda ilkokul öğretmen vekilliği ve Almanca öğretmenliği yapmasının yanı sıra, Mavera Dergisini çıkartmaya başladığı süreçte TRT Genel Müdürlüğünde mütercim sekreter olarak da görev almıştır. 7 Haziran 1987 tarihinde vefat eden yazarın mezarı Beylerbeyi’ndeki Küplüce mezarlığındadır.